Ben üniversite
yıllarında iken anneannem böbreklerinden rahatsızlandı , hastaneye yatırdık. Ancak
o zaman bu tip rahatsızlıklar modern diyaliz makinaları yerine daha iptidai
yöntemlerle tedavi ediliyordu. Hastanın başına illaki bu işe yetenekli ve
pratik bir refekatçıi istediler. Ben yaparım dedim.
Koca kat buna benzer hastalarla dolu.
Yatırdılar üç yataklı bir odaya anneannemi ve tedavi süratle başladı.
Yaz tatili, okul
yok. Sürekli başında tedaviyi takip ediyorum, dosyasına işliyorum. Bir süre
sonra , diğer hastalardan “bizim de
tansiyonumuza, ateşimize bak” talepleri
gelmeye başladı. Birkaç gün içinde, nerdeyse
tüm servisin rutinler haricinde tansiyon ve ateş kontrollerini ben yapmaya
başlamıştım.
Çoğu hastanın
uyuduğu sırada da çok büyük olan servisi tanımaya çalışıyorum. Doktorları, hemşireleri, hasta bakıcıları,
görevlileri izliyorum. Arada sohbet ediyorum. Bir süre sonra servisteki bazı
odaların sürekli kapalı olduğunu fark ettim. Gün içinde arada önlerinden
geçiyorum, yok kesinlikle hep kapalı. Merak edip, nihayet hemşireye sordum. Odalardan birinde
nöbetçi doktorların gece uyuduğunu, diğerinin de AGONİ odası olduğunu
söyledi.
Hııı!! Deyip, “agoni
nedir? “ diye soramadım ama meraktan duramıyorum. Birkaç gün sonra odaya bir
hasta yatırdıklarını gördüm. Yaklaşıp odanın içine göz attım. Büyük, karanlık ve hiç penceresi olmayan bir oda.
Odanın görüntüsü daha o an içimi sıkmaya yetmişti. Hasta bu odada nasıl yatacak, dışarıyı görmüyor, günışığı almıyor falan deyip hastanın odaya
yerleştirilmesini izledim. Odaya çok nadir doktor, gene gün içinde bir iki kez hemşire girdiğini,
diğer hastalara nazaran hiç özen gösterilmediğini tespit ettim kendimce.
Dayanamadım, gece nöbetçi hemşireye sordum.
AGONİ “ ölüme yakın hasta” demekmiş !
Yani zamanını
bekleyen, yani yapacak bir şeyi kalmayan, yani yaşamaya artık hakkı olmayan !
Ölüme yakın
olmakla ilk kez karşılaşıyordum. Çok yadırgadım hatta isyan ettim. Sen
anlamazsın dediler !
Birkaç gün sonra
hakikaten yatan hasta bir sedyede üstü örtülü çıktı. Ölmüş !
Öylece hiç
mudahale edilmeden, sıradan, alışılmış, sessizce….
Gün ışığı
görmesine gerek bile görülmeden…
Soğuk ve karanlık
bir ölümdü layık görülen…
Kendi ölümü mü
düşündüm süratle! Ve karar verdim oracıkta,
Ben kahkaha
atarken, acı cekmeden , güneş üzerime vururken, aniden ölmek istedim. Yani öyle verdim
siparişimi yaradana…
Gökyüzüne her baktığımda
gülümserim bulutlara ve güneşe.
Sevmem gece yalnızlığını.
Ondandır belki de
beni sevenlerin GÜNIŞIĞI gibisin demeleri…………….
Sevgiyle…
İçim titredi okurken:(
YanıtlaSilNe güzel anlatmışsın, yüreğine sağlık arkadaşım.
YanıtlaSilSelmam hüngür hüngür ağladım inan :(
YanıtlaSilSedef cim "NECLA" başlıklı yazımı da okumanı tavsiye ediyorum. Yaşadığım travmalardan birisidir.
YanıtlaSilHerkese teşekkürler.... Sevgiler...
çok etkilendim okurken...
YanıtlaSilson saatler böyle olmamalı :(
YanıtlaSilemeğine yüreğine sağlık arkadaşım...