13 Kasım 2012 Salı

AGONİ !







Ben üniversite yıllarında iken anneannem böbreklerinden rahatsızlandı , hastaneye yatırdık. Ancak o zaman bu tip rahatsızlıklar modern diyaliz makinaları yerine daha iptidai yöntemlerle tedavi ediliyordu. Hastanın başına illaki bu işe yetenekli ve pratik bir refekatçıi istediler. Ben yaparım dedim.
 Koca kat buna benzer hastalarla dolu. Yatırdılar üç yataklı bir odaya  anneannemi  ve tedavi süratle başladı.
Yaz tatili, okul yok. Sürekli başında tedaviyi takip ediyorum, dosyasına işliyorum. Bir süre sonra , diğer hastalardan  “bizim de tansiyonumuza, ateşimize bak”  talepleri gelmeye başladı. Birkaç gün içinde,  nerdeyse tüm servisin rutinler haricinde tansiyon ve ateş kontrollerini ben yapmaya başlamıştım.
Çoğu hastanın uyuduğu sırada da çok büyük olan servisi tanımaya çalışıyorum.  Doktorları, hemşireleri, hasta bakıcıları, görevlileri izliyorum. Arada sohbet ediyorum. Bir süre sonra servisteki bazı odaların sürekli kapalı olduğunu fark ettim. Gün içinde arada önlerinden geçiyorum, yok kesinlikle hep kapalı. Merak edip,  nihayet hemşireye sordum. Odalardan birinde nöbetçi doktorların gece uyuduğunu, diğerinin de AGONİ odası olduğunu söyledi.
Hııı!!  Deyip,  “agoni nedir? “ diye soramadım ama meraktan duramıyorum. Birkaç gün sonra odaya bir hasta yatırdıklarını gördüm. Yaklaşıp odanın içine göz attım. Büyük,  karanlık ve hiç penceresi olmayan bir oda. Odanın görüntüsü daha o an içimi sıkmaya yetmişti.  Hasta bu odada nasıl yatacak,  dışarıyı görmüyor,  günışığı almıyor falan deyip hastanın odaya yerleştirilmesini izledim. Odaya çok nadir  doktor,  gene gün içinde bir iki kez hemşire girdiğini, diğer hastalara nazaran hiç özen gösterilmediğini tespit  ettim kendimce.
Dayanamadım,  gece nöbetçi hemşireye sordum. 
AGONİ  “ ölüme yakın hasta”  demekmiş !
Yani zamanını bekleyen, yani yapacak bir şeyi kalmayan, yani yaşamaya artık hakkı olmayan !
Ölüme yakın olmakla ilk kez karşılaşıyordum. Çok yadırgadım hatta isyan ettim. Sen anlamazsın dediler ! 
Birkaç gün sonra hakikaten yatan hasta bir sedyede üstü örtülü çıktı. Ölmüş ! 
Öylece hiç mudahale edilmeden, sıradan, alışılmış,  sessizce….
Gün ışığı görmesine gerek bile görülmeden…
Soğuk ve karanlık bir ölümdü layık görülen…
Kendi ölümü mü düşündüm süratle! Ve karar verdim oracıkta,
Ben kahkaha atarken,  acı cekmeden ,  güneş üzerime vururken,  aniden ölmek istedim. Yani öyle verdim siparişimi yaradana…
Gökyüzüne her baktığımda gülümserim bulutlara  ve  güneşe.
Sevmem gece yalnızlığını.



Ondandır belki de beni sevenlerin GÜNIŞIĞI gibisin demeleri…………….


Sevgiyle…