24 Mart 2012 Cumartesi

KİTAP OKUMAK



kitap-fi


Arkadaşım Bahar sobelemiş beni dolayısıyla bir yazı şart oldu :)

Kitabı nasıl okuruz diye sormuş.

Çocukluğum bir ege köyünde geçti benim. Aşırı sıcak yaz günlerinde herkes bir gölgede oynarken, ben serin taş evin bana ayrılan odasında, cırcır böceklerinin sesleri eşliğinde süratle bitirdiğim kitapların kahramanları oluyordum bir bir....

Her 60 kuşağı çocukları gibi bende kitap okumaya; Kemalettin Tuğcu ile başlayıp, küçük prensesle, seksen günde devri alemle daha sonraları Aziz Nesin'le ve klasiklerle devam ettim. Okumak ve bilinmeyen hayatları öğrenmek, duygunun her türlüsünü içselleştirmek tutkuydu benim için ve hala devam etmekte...

Şimdilerde, en çok yatak odamda kendimle başbaşa kaldığım saatlerde severim okumayı. Seyahatlerde otel odasında, deniz kenarında iyot kokusu eşliğinde, bir ağacın gölgesinde...Tabiat sesi haricinde etrafımda hiç ses olsun istemem. Sadece ben ve kitabım başbaşa her zaman....

Bazı zamanlar, yaşadığım "de ja vu" duygusunu okuduğum kitapların satır aralıklarında kalmışlığıma bağlıyorum...
Çok güldüğüm "ligh" tabir edilen bana edebi yönden birşey vermese de beni mutlu eden kitapların yanı sıra bana bilgi, tecrübe, heyecan veren kitapları da okuyarak ruh durumumun dengesini sağlıyorum...

Kısaca ben çok seviyorum okumayı...

Ben de IRA 'yı ve KİTAP VAKTİ' ve GİZLİ KOZA'yı sobeliyorum.

Sevgiler....

8 Mart 2012 Perşembe

KADINLAR GÜNÜ

Çalışan/çalışmayan, ayakları yere basan, geçinmek hayatını idame ettirmek için başkasına ihtiyaç duymayan, eğitimli, her daim kadınlığını hisseden, donanımlı, bakımlı, vizyon sahibi, kariyerli, sosyal,hayat standardı iyi olan kadınların kadınlar gününü kutlarım.

Ama en çok, ennn çooook kadın olduğunu hayatının büyük bir kısmında ve belki de hiç hissedemeyen, ezik, baskı görmüş, hatta şiddet görmüş, çocukları varsa her şeye onlar için katlanıp ayakta kalmaya çabalayan, üç kuruşa her türlü işte namusuyla çalışan annelerin,( yazmaya dilim varmıyor ama) evladını kaybetmiş ve bu acıyla bir ömür yaşamak zorunda kalan annelerin (dolayısıyla annemin ) dar çevrede maddi imkansızlıklarla ve baskıyla  yetişmiş genç kızların, hayatı boyunca onu düşünerek alınmış küçücük bir hediyenin yada sevgi sözcüğünün, bir minik çiçek buketinin  dahi sahibi olamamış  ve maalesef hayata tutunmak için başkalarına ihtiyaç duyan saygı duyulmayan, aşağılanan,s evgi yoksulu, söz sahibi olmayan   bütün gurur ve namus sahibi  kadınların KADINLAR GÜNÜNÜ kutlarım...

Çirkin kadın yoktur dediler,
Bir eline cımbız, bir eline ayna verdiler,
Bütün yükü Havva’ya ve elmasına yüklediler,
Sebepli sebepsiz şeytan, hınzır, kıskanç, güzel, çirkin
zayıf, şişman diye yaftaladılar,
Aşk bile yolunda gitmediyse ve tutmadıysa
Hep onu Suçladılar..
Oysa sadece DEĞER VERİLMEK ti
Bütün istediği KADINLARIN…
Ve..
Ve..
Her şeye “RAĞMEN”
Sadece SEVİLMEK….

Saygıyla ve sevgiyle…

5 Mart 2012 Pazartesi

BENİM BEBEĞİM

benim uzun saçlı sarı bebeğim


Kız çocuklarının bebekle oynama yaşlarındayım, daha okula gitmiyordum..

O zamanlar, buralarda  saçlı ve gözleri açılıp kapanan bebekler çok pahalıydı ve babam bana çok istememe rağmen alamamıştı. Hani  derler ya ,insan her istediği heyecanı yaşayamaz diye, işte o zamanlar her istediğimin olmayacağı bilincine istemeden de olsa varmıştım..

Almanya'daki halam, çok sevdiğim kuzenimin saçlı bebeğiyle oynarken, gururumdan “ben de oynayayım mı” diyemeyen ve  onlara bakan hüzünlü küçük mavi gözlerimi görmüş.Tam bir sene sonra, onunki kadar heybetli olmasa da bana iki yandan saçları örülü, mavi gözlü güzel bir  bebek getirdi ve ben gene beklemenin mükafatını aldım..Daha sonraları, evimizin merdivenlerini çıkarken topukları ses çıkartan  kırmızı rugan ayakkabılarımı, ateş pilili etekliğimi ve ilk kırmızı ojemi, mahallemizdeki hem manifaturacı hem de cenaze levazamatçısı olan dükkandan özenle seçerken ki  gibi  ısrar etmeden, tutturmadan, şımarıklık yapmadan çocuk olgunluğu ile beklemenin mükafatlarını almıştım yine...
İki yandan saçları örülü,mavi gözlü bebeğim ilk geldiğinde öyle çok şaşırmıştım ki; annemin “kızım oynasana" telkinlerine rağmen,
uzun süre koltuk örtülerini çıkarmadan araba kullananlar gibi bebeğimi kutusundan hiç çıkarmadan günlerce sadece seyrettim....Biliyordum çok istenen, çok beklenen şeylerin çabuk tüketilmemesi gerektiğini nedense..Uzun bir süre sonra çıkarıp oynamaya çalıştığımda da, bebeğim eskir mi, elbisesi bozulur mu, yanımdaki başka bir arkadaşımın canı çeker mi ve çekerse verir miyim endişeleri içinde yaşarken buldum kendimi çocuk aklımda..

Ve, hiç doya doya oynamadım bebeğimle.Son birkaç sene öncesine kadar. İlk günkü gibi sakladım bebeğimi (zaten ondan başka hiç saçlı bebeğim olmamıştı). Bir de babamın İstanbul'a gittiğinde aldığı ve benim uzun süre  sakladığım allı pullu, göz alıcı çarıklarım vardı bir türlü giymeye kıyamadığım..

İlk kızım doğduğunda vermedim bebeğimi, çünkü hep iki çocuk istemiştim ve ikinci çocukğum da kız olursa –ki kız oldu-  bebekle oynama yaşları geldiğinde görsünler istedim annelerinin yegane bebeğini .. İkisi de  bunu unutmayacak yaşa geldiğinde, çıkarıp özenle ilk günkü elbiseleri üzerinde, ( gerçi seneler elbisesinin renginden biraz ödünç almış, kumaşı da biraz seyrekleşmişti ama olsundu ) kurdeleleri saçında ama hiç yaşlanmamış bebeğimi önlerine koydum büyük bir gururla. Hatta annemin evinde yaptım bu işi ve hep bebekle orda oynamalarını, bebeğin orda kalmasını arzu ettiğimi söyledim.. Nedense, aynı atmosferde oynarlarsa benim yaşadığım mutluluğu, heyecanı yaşayacaklarını zannettim..Ama bu bebekten önce bir dolu ithal bebekleri olan ve hatta yatak odası, yemek odası(bu oyuncak için üç saat gezip büyük kızımın istediği marka olanı aradığımı hatırlıyorum )  ve nerdeyse kocaman bir bebek evleri olan  kızlarım umursamaz bir havayla peki dediler..


Ben okulların tatil olduğu  o yaz günü, çocukları bir hafta annemlerde bırakıp  işime geri dönmüştüm. Takip eden hafta sonu anneme gidip kapıyı çaldığımda, kızlarımı bir hafta görememenin özlemi içinde sarılacakken girer girmez kapının yanında yerde duran bebeğimi gördüm.Gülümsemem dondu dudaklarımda.Birden çocukluğum ağır bir trafik kazasına uğramış gibi hissettim. Bebeğimi tanıyamadım...Dudaklarına oje sürmüşler, elbiselerini keçeli kalemle boyamışlar hatta bebeği yıkıyoruz deyip bir kenara giysilerini atmışlar,örüklerini açmışlar, kırkmalarını makasla kısaltmışlar. Annem, benim için bu kadar önemli olan ve çocukluk  anılarımın belki de en önemlisini taşıyan bebeğim  için söz geçirememiş kızlarıma.
 

İşte orada, yaşamımda ne kadar özenle koruduğum nesne ya da kişiler varsa başkalarının hoyratça bunları tükettiğini hissettim.
Bu olay , geriye dönüp hayatımı sorguladığım küçük pencerelerden birini daha açmıştı bana...

Sabrın ve tutkunun en asilini taşırken ve bununla büyük gurur duyarken, senelerce sahip olduğunuz değerlerinizi bir üfürükle yıkıyordu birileri......
Ve bunları insan hayatında hiç  kimse çocuk masumluğu ile yapmıyordu...

Daha siz onunla yaşamaya, oynamaya, büyümeye, çoğalmaya başlamadan.....
 

Bence, çocuklarımıza bırakabileceğimiz en önemli miraslardan biri;   anılar ve kazandırılan değerlerdir ki bunlar yıllar sonra hatırlandığında dudaklarda oluşan  gülümsemenin  ve gözbebeklerindeki ışıltının nedenini  bilmenin keyfini yaşayabilsinler 

 Sevgiyle...

3 Mart 2012 Cumartesi

PORTAKAL REÇELİ

Hazır sezonuyken ilk kez portakal reçelini denemek istedim bugün.
Sevgili arkadaşım ATAYA'nın tarifi ile işe başladım.
İri portakallar yıkanıp,  çatalla çeşitli yerlerinden delinip içi su dolu kaba konulur ve 3 gün boyunca sadece suyu değitirilir ki, acı suyu gitsin.
3.günü sonunda önce kabukları daha sonra içi küp küp doğranır.(ben şerit doğradım)


Her bir kilo porakala birebir aynı kiloda şeker ilave edilip 1 saat kaynatılır.



Kıvama bakılıp indirmeden hemen önce 2 paket dr oetker vanilya ve 1 kapak kaynak ilave edilir.(ben resimde görüldüğü üzere Baıleys ilave ettim.Rom da olabilir.


Sıcakken kavanozlara konulur.





AFİYET OLSUN