18 Aralık 2012 Salı
AVCI USULÜ TAVUK
Malzemeler:
Şeritler halinde kesilmiş tavuk eti
Zeytinyağı
Bir tutam köri sosu yada safran
Tuz
Karabiber
Nane
Kekik
Domates
Kırmızı biber
Havuç
Kereviz yaprağı
Krema ( 200 ml)
Yapılışı:
Parça tavuklar az zeytinyağı konmuş tavada hafif kavrulur. Üzerine köri yada safran, tuz, karabiber, nane, kekik konup tekrar ateşte biraz pişirilir.Soyulmuş küp domates, kırmızı biber, julyen soyulmuş havuçlar ilave edilir.Kendi suyunda kısık ateşte pişirilmeye bırakılır.
Pişmesine yakın doğranmış kereviz yaprakları konur ve tekrar kısık ateşte pişirilir.Piştikten hemen sonra altı kapatılıp, üzerine bir küçük kutu (200 ml ) krema ilave edilip, karıştırılıp eğer arzu edilirse altına patates kızartması konup servis yapılır.
AFİYET OLSUN...
1 Aralık 2012 Cumartesi
EKMEK GETİR BABA !
Sen bilmiyorsun. Ben her sabah seni kaybetmek korkusuyla uyanıyorum. Seni her gün arıyorum ya telefonla, sesinin tanısından sana hissettirmeden nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorum. Hani sen kapatırken kendine iyi bak, üzülme hiçbir şeye diyorsun ya ! Sen üzülme baba . Sen üzülme !
Yaşlandın biliyorum, evet dizlerin ağrıyor, evet fizik tedavi iyi gelmedi, evet yoruluyorsun.
Ah! baba defalarca dinledim bunları. Sen dedikçe ben daha çok endişeleniyorum. Derin yeşil gözlerine bakıyorum bir de yıllarlın anısının biriktiği yüzündeki çizgilere. Gördüğüm hep aynı. Ücra köşelerdeki hüzün …
Anneme diyorum bazen ; “üzmeyin birbirinizi, kaybedince anlaşılıyor değerler ve yalnızlık zor”
Abim ölünce kaybettim senin diğer yarını biliyorum. Mezarına kapanıp gitme diye hüngür hüngür ağladığın gün hiç gözümün önünden gitmiyor. Sanırım o manzarayı gören hiç kimsenin gözünün önünden gitmiyor. Evlat acısı ne zormuş babam….
Hani bana her baktığından gözlerin doluyor ya, hani ben gözlerimi kaçırıp gülümseyerek hemen lafı değiştiriyorum ya, ah! babam içim yanıyor. Sana şöyle sımsıkı sarılıp babam benim için endişelenme ben iyiyim demeye cesaret edemiyorum. Biliyorum ki o yeşil gözlerden her daim hazır iki damla süzülecek…
Sen hiç üzülme istiyorum, hiç üzülme…
Senin hiçbir yerin ağrımasın ve sen her zamanki telaşınla hayatın arkasından hep koşturmaya devam et.
Hiperaktif ve babaların en duygusalı, en sulu gözlüsü sensin biliyor musun ?
Bana her gelişinde getirdiğin ekmekleri bekleyeceğim, Foça yoğurdunu özleyeceğim, birde, birde bir şeye ihtiyacın var mı? deyişlerini…
İşte, sen gitmeden bunları sana söylemek istedim. Aksi taktirde sen gittikten sonra içimden geçirmişim ne fayda…
Ben seni kaybetmeye hiç hazır değilim ve olmayacağım…
Seni ekmek kadar, tuz kadar, su kadar vazgeçilmez seveceğim…
Kocaman yüreğim ve sonsuz sevgilerimle….
İMZA; KIZIN
http://imzakizin.com/2012/11/29/selma-uruktanin-mektubu/
13 Kasım 2012 Salı
AGONİ !
Ben üniversite
yıllarında iken anneannem böbreklerinden rahatsızlandı , hastaneye yatırdık. Ancak
o zaman bu tip rahatsızlıklar modern diyaliz makinaları yerine daha iptidai
yöntemlerle tedavi ediliyordu. Hastanın başına illaki bu işe yetenekli ve
pratik bir refekatçıi istediler. Ben yaparım dedim.
Koca kat buna benzer hastalarla dolu.
Yatırdılar üç yataklı bir odaya anneannemi ve tedavi süratle başladı.
Yaz tatili, okul
yok. Sürekli başında tedaviyi takip ediyorum, dosyasına işliyorum. Bir süre
sonra , diğer hastalardan “bizim de
tansiyonumuza, ateşimize bak” talepleri
gelmeye başladı. Birkaç gün içinde, nerdeyse
tüm servisin rutinler haricinde tansiyon ve ateş kontrollerini ben yapmaya
başlamıştım.
Çoğu hastanın
uyuduğu sırada da çok büyük olan servisi tanımaya çalışıyorum. Doktorları, hemşireleri, hasta bakıcıları,
görevlileri izliyorum. Arada sohbet ediyorum. Bir süre sonra servisteki bazı
odaların sürekli kapalı olduğunu fark ettim. Gün içinde arada önlerinden
geçiyorum, yok kesinlikle hep kapalı. Merak edip, nihayet hemşireye sordum. Odalardan birinde
nöbetçi doktorların gece uyuduğunu, diğerinin de AGONİ odası olduğunu
söyledi.
Hııı!! Deyip, “agoni
nedir? “ diye soramadım ama meraktan duramıyorum. Birkaç gün sonra odaya bir
hasta yatırdıklarını gördüm. Yaklaşıp odanın içine göz attım. Büyük, karanlık ve hiç penceresi olmayan bir oda.
Odanın görüntüsü daha o an içimi sıkmaya yetmişti. Hasta bu odada nasıl yatacak, dışarıyı görmüyor, günışığı almıyor falan deyip hastanın odaya
yerleştirilmesini izledim. Odaya çok nadir doktor, gene gün içinde bir iki kez hemşire girdiğini,
diğer hastalara nazaran hiç özen gösterilmediğini tespit ettim kendimce.
Dayanamadım, gece nöbetçi hemşireye sordum.
AGONİ “ ölüme yakın hasta” demekmiş !
Yani zamanını
bekleyen, yani yapacak bir şeyi kalmayan, yani yaşamaya artık hakkı olmayan !
Ölüme yakın
olmakla ilk kez karşılaşıyordum. Çok yadırgadım hatta isyan ettim. Sen
anlamazsın dediler !
Birkaç gün sonra
hakikaten yatan hasta bir sedyede üstü örtülü çıktı. Ölmüş !
Öylece hiç
mudahale edilmeden, sıradan, alışılmış, sessizce….
Gün ışığı
görmesine gerek bile görülmeden…
Soğuk ve karanlık
bir ölümdü layık görülen…
Kendi ölümü mü
düşündüm süratle! Ve karar verdim oracıkta,
Ben kahkaha
atarken, acı cekmeden , güneş üzerime vururken, aniden ölmek istedim. Yani öyle verdim
siparişimi yaradana…
Gökyüzüne her baktığımda
gülümserim bulutlara ve güneşe.
Sevmem gece yalnızlığını.
Ondandır belki de
beni sevenlerin GÜNIŞIĞI gibisin demeleri…………….
Sevgiyle…
19 Ekim 2012 Cuma
BROWNİ
Malzemeler:
2.5 su bardağı un
4 yumurta (oda sıcaklığında)
1.5 su bardağı toz şeker
1 su bardağı zeytinyağı
1 su bardağı süt
1 su bardağı iri dövülmüş ceviz (istenirse)
4 çorba kaşığı kakao
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya yada 1 tatlı kaşığı tarçın
Sos :
1 su bardağı süt
6 çorba kaşığı toz şeker
3 çorba kaşığı kakao
1 tatlı kaşığı pirinç unu
100 gr bitter çikolata
1 tatlı kaşığı tereyağ
Geniş bir kasede yumurtaları ve şekeri 5-6 dk çırpılacak. Zeytinyağı, süt ve kakaoyu ilave edip, 5 dk daha çırpılacak.Un, kabartma tozu, vanilya ilave edilip 3 dk daha çırpılacak.Ceviz fırın kabına konmadan hemen önce ilave edilecek ve çok çırpılmayacak.
Yağlanıp unlanmış fırın kabında (tercihen kare bor cam) önceden 180 derece ısıtılmış fırına sürülecek.İlk 20 dk da fırın kapağı acılmadan 40 dk kürdanla kontrol edilip pişirilecek.(fırına göre 30 dk sonra pişip pişmediğine bakılabilir ) Browni soğumaya bırakılacak.
SOSUN HAZIRLANIŞI:
Süte toz şeker, kakao ve pirinç unu ilave edilip, orta ateşte koyulaşana kadar pişirilecek. Daha sonra bitter çukulata ve tereyağı ilave edilecek.
Biraz daha pişirilip altı kapanacak ve 5 dk çırpılıp soğuyan browninin üzerine dökülecek.
Buzdolabında bekletilip servis yapılacak.
AFİYET OLSUN.
8 Ekim 2012 Pazartesi
3.GELENEKSEL YEMEK BLOGU YAZARLARI TOPLANTISI
Gene muhteşem, gene harika, gene olağanüstü, gene enerjik, güleryüzlü bir toplantı daha oldu.
Yediğimiz birbirinden lezzetli ikramlar dost sohbetiyle karışınca çok daha unutulmazdı.
Emeği geçen herkese, toplantıyı organize eden bütün arkadaşlarıma, harika sponsorlarımıza, zarif detayları için mekan sahibi Nilay Köseler'e çok teşekkür ederim.
Kocaman sevgiler...
Organizasyon ekibi:
Şerife, Özay, Hülya ve İsmet' e sonsuz teşekkürler..
Sponsorlar:
Dr oetker
Selva
Carte D'or
Fairly
Oba Çay
Signal
Yuva Maya
Ayfrost
Ravika
Koroplast
Pınar
Sweet Via
Nivea
Forma Stüdyo Beste
Knorr
5 Eylül 2012 Çarşamba
HAYATIN TILSIMI
Bir tılsımı olmalı hayatın. Genç kızların telefon bekleyişlerinde vardır o tılsım. Birbirleriyle fısıl fısıl konuşmalarında:
- Önce elimi tuttu, sonra yavaşça kendisine doğru çekti...
O sırdaşlık. O iki sırdaş arasındaki on altı, on yedi yaş konuşmaları... Hayatın tılsımı tıp tıp tıp attırır yüreklerini; kahkahaları başka türlü, saç taramaları başka türlü; anneyle ortak, babaya söyledikleri yalan başka türlüdür.
* * *
Ya delikanlıların henüz bir yıllık tiryakiyken, efkârlı içtikleri ilk paket... Bir şey oturmaz içlerinde. Bir kız seviyorlardır. Gerçi kız da seviyordur kendilerini. Ama... Hayatın bir tılsımı vardır o “ama”da... Yüzde yüz kendilerinden geçerek bakarlar gerçekten sevdiklerinin yüzlerine... Öylesine bakarlar ki, bir daha hiç öyle bakamayacaklardır.
* * *
Genç kadınlar hep o tılsımı ararlar, kimseye göstermedikleri bir kor yanar içlerinde. Ve bir kere o tılsım kayboldu mu, ipi kopmuş bayraklara döner bütün günler. Gün pörsür, güneş pörsür, gece pörsür. Buruşuk bir can sıkıntısı kaplar da kaplar saatleri...
* * *
Ya erkekler... Kaybetmeye görsünler o tılsımı. Rakı şişeleri biter de, doldurmaz o tılsımın boş bıraktığı yeri... Kumar bir tılsım dopingidir. Birikmiş ihtiraslarla, çözülmeyen tuhaf bıkkınlıkların kendisini vurmasıdır deste deste kartlara...
* * *
Bir tarihte Monte Carlo’daydım. Pırlantalar içindeki ihtiyar kadınlar, sarkık gerdanlarıyla hayatlarının son tılsımını arıyorlardı yeşil çuhalarda...
Bir tılsımı olmalıdır hayatın, vazgeçilmez bir öfke gibi, zapt edilmeyen bir aşk aranışı gibi, kaptırıp kendini şiirler yazmak gibi, bir kadehi fırlatıp aynalara, gecenin büyüsünde çıldırmak gibi...
* * *
Böyle bir tılsım yoksa... İsteksiz isteksiz oluyorsan tıraşı; bir küf bağlamışsa bütün heyecanlarını; bir şey demiyorsa sana Güney Amerika’nın Gerillosları; bir çıplak kadın vücudu düşünmüyorsan en ciddi konferansta ve bir anda çalıştığın yerden istifayı basıp çekip gitmek gelmiyorsa içinden... Bir kapı önünde tozlu bir paspas bile olamazsın.
* * *
Bu tılsımın alevlerinde çıkılır tepesine Everest’in... Bu tılsımda yanar söner kandilleri ilk defa baş başa kalınmış gecelerin. Bu tılsımda koklarsın ayaklarını kucağına aldığın ilk çocuğunun... Bu tılsımda:
“Gel, gidip çekelim be”, vardır.
Bu tılsımda sevdiğin evin duvarına bir resim asma vardır.
Bu tılsımda bir kadının kendi göğüslerini yalnızken seyretmesi, bir erkeğin merdiven çıkan bir genç kızın bacaklarına hafifçe bakması vardır...
* * *
Cenaze törenlerinde bir ütü geçer bu tılsımın üstünden... Bir sarı, çenesi bağlı, ince vücut uzanır tabutun içine... Ve o dostun değil, yaşarken gördüğün kendi ölündür. Biraz da kendi ölünün peşinden gidersin tanıdık cenazelerinde... Ve çekersin içini:
- Hayat, dersin.
- Sıra yavaş yavaş hepimize gelecek, dersin.
- Daha geçen hafta bizdeydi, dersin...
Hele tabut inerken mezara... Ne de zor gelir oraya inmesi! Hele son kürek topraklar atılırken...
Bir ütü geçer tılsımın üzerinden...
* * *
Derken daha hızlı yaşamanın motorları çalışır birden; elenir pişmanlıklar, toplumun baskıları, ödenmeyen borç, gizli çapkınlığın vicdan azabı, küçülür de küçülür gözlerinde...
Yeniden daha güçlü başlar yaşamanın tılsımı...
* * *
Çoraplarını yavaş yavaş çıkaran bir çift beyaz bacak oynaşır gözlerinde.
Sinemada yumruğu en hızlı vuran kovboy sen olursun.
Kanunsuz bir grev barikatında ilk kurşun senin alnına çarpar.
Sonra dans edersin kumsallarda... Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir. Bir şeyler süzülür ve erir kıyılarda...
* * *
Yaşantının özündedir bu tılsım.
Bir defa kayboldu mu, sahipsiz kalmış yırtık terliklere döner saatler. Bir gizli kırgınlık dolaşır çevrendeki gözlerde:
- Mıymıntı herif sen de...
* * *
Sönen tılsımlar başka tılsımları da söndürmeye dönüktür. Yanan tılsımlar başka tılsımları da parlatmaya...
Ve bilemedikleri bu hain oyunun içine düşünce kadınlar, nasıl da başlarlar şikayet etmeye...
- Ömrümü çürüttün...
- ...
-Eskiden böyle miydim ben...
- ...
- Öf aman ağırlığın çöküyor üstüme...
Bir kıvrak giriş beklerler kapıdan. Bir el tutuşta şıraklayan bir şehvet kamçısı. Bir içten gelen övgü... Ve ılık ılık çözülürken, nazlanarak gerinmek isterler:
- Hişt olmaz şimdi...
* * *
Böyle bir tılsımı vardır hayatın. Bu tılsımla çekilir tetiği mavzerlerin. Bu tılsımla çıkılır dağlara. Bu tılsımla, haydi yürüyelim artık dersin, on binlere...
* * *
Bunları tatmamışsan, ayda hiç değilse üç defa dünyanın anasını bir pula satmamışsan, kızıp vurmuyorsan yumruğunu masaya ve bir zindan parmaklıklarına dokunmuyorsa ellerinin gölgesi ve bir de sevdiğin bir kadının çıplak omuzlarına... Ulan o zaman niçin geldin hayata?
Aybaşını düşünüp, bayramda tebrik yazmak için mi? Yoksa benim gibi, bir akşamın karanlığında, bir koltuğa oturup bu tılsımların yandığı ışıklara bakarak, kendi kendine ağlar gibi gülümsemek için mi?
- Önce elimi tuttu, sonra yavaşça kendisine doğru çekti...
O sırdaşlık. O iki sırdaş arasındaki on altı, on yedi yaş konuşmaları... Hayatın tılsımı tıp tıp tıp attırır yüreklerini; kahkahaları başka türlü, saç taramaları başka türlü; anneyle ortak, babaya söyledikleri yalan başka türlüdür.
* * *
Ya delikanlıların henüz bir yıllık tiryakiyken, efkârlı içtikleri ilk paket... Bir şey oturmaz içlerinde. Bir kız seviyorlardır. Gerçi kız da seviyordur kendilerini. Ama... Hayatın bir tılsımı vardır o “ama”da... Yüzde yüz kendilerinden geçerek bakarlar gerçekten sevdiklerinin yüzlerine... Öylesine bakarlar ki, bir daha hiç öyle bakamayacaklardır.
* * *
Genç kadınlar hep o tılsımı ararlar, kimseye göstermedikleri bir kor yanar içlerinde. Ve bir kere o tılsım kayboldu mu, ipi kopmuş bayraklara döner bütün günler. Gün pörsür, güneş pörsür, gece pörsür. Buruşuk bir can sıkıntısı kaplar da kaplar saatleri...
* * *
Ya erkekler... Kaybetmeye görsünler o tılsımı. Rakı şişeleri biter de, doldurmaz o tılsımın boş bıraktığı yeri... Kumar bir tılsım dopingidir. Birikmiş ihtiraslarla, çözülmeyen tuhaf bıkkınlıkların kendisini vurmasıdır deste deste kartlara...
* * *
Bir tarihte Monte Carlo’daydım. Pırlantalar içindeki ihtiyar kadınlar, sarkık gerdanlarıyla hayatlarının son tılsımını arıyorlardı yeşil çuhalarda...
Bir tılsımı olmalıdır hayatın, vazgeçilmez bir öfke gibi, zapt edilmeyen bir aşk aranışı gibi, kaptırıp kendini şiirler yazmak gibi, bir kadehi fırlatıp aynalara, gecenin büyüsünde çıldırmak gibi...
* * *
Böyle bir tılsım yoksa... İsteksiz isteksiz oluyorsan tıraşı; bir küf bağlamışsa bütün heyecanlarını; bir şey demiyorsa sana Güney Amerika’nın Gerillosları; bir çıplak kadın vücudu düşünmüyorsan en ciddi konferansta ve bir anda çalıştığın yerden istifayı basıp çekip gitmek gelmiyorsa içinden... Bir kapı önünde tozlu bir paspas bile olamazsın.
* * *
Bu tılsımın alevlerinde çıkılır tepesine Everest’in... Bu tılsımda yanar söner kandilleri ilk defa baş başa kalınmış gecelerin. Bu tılsımda koklarsın ayaklarını kucağına aldığın ilk çocuğunun... Bu tılsımda:
“Gel, gidip çekelim be”, vardır.
Bu tılsımda sevdiğin evin duvarına bir resim asma vardır.
Bu tılsımda bir kadının kendi göğüslerini yalnızken seyretmesi, bir erkeğin merdiven çıkan bir genç kızın bacaklarına hafifçe bakması vardır...
* * *
Cenaze törenlerinde bir ütü geçer bu tılsımın üstünden... Bir sarı, çenesi bağlı, ince vücut uzanır tabutun içine... Ve o dostun değil, yaşarken gördüğün kendi ölündür. Biraz da kendi ölünün peşinden gidersin tanıdık cenazelerinde... Ve çekersin içini:
- Hayat, dersin.
- Sıra yavaş yavaş hepimize gelecek, dersin.
- Daha geçen hafta bizdeydi, dersin...
Hele tabut inerken mezara... Ne de zor gelir oraya inmesi! Hele son kürek topraklar atılırken...
Bir ütü geçer tılsımın üzerinden...
* * *
Derken daha hızlı yaşamanın motorları çalışır birden; elenir pişmanlıklar, toplumun baskıları, ödenmeyen borç, gizli çapkınlığın vicdan azabı, küçülür de küçülür gözlerinde...
Yeniden daha güçlü başlar yaşamanın tılsımı...
* * *
Çoraplarını yavaş yavaş çıkaran bir çift beyaz bacak oynaşır gözlerinde.
Sinemada yumruğu en hızlı vuran kovboy sen olursun.
Kanunsuz bir grev barikatında ilk kurşun senin alnına çarpar.
Sonra dans edersin kumsallarda... Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir. Bir şeyler süzülür ve erir kıyılarda...
* * *
Yaşantının özündedir bu tılsım.
Bir defa kayboldu mu, sahipsiz kalmış yırtık terliklere döner saatler. Bir gizli kırgınlık dolaşır çevrendeki gözlerde:
- Mıymıntı herif sen de...
* * *
Sönen tılsımlar başka tılsımları da söndürmeye dönüktür. Yanan tılsımlar başka tılsımları da parlatmaya...
Ve bilemedikleri bu hain oyunun içine düşünce kadınlar, nasıl da başlarlar şikayet etmeye...
- Ömrümü çürüttün...
- ...
-Eskiden böyle miydim ben...
- ...
- Öf aman ağırlığın çöküyor üstüme...
Bir kıvrak giriş beklerler kapıdan. Bir el tutuşta şıraklayan bir şehvet kamçısı. Bir içten gelen övgü... Ve ılık ılık çözülürken, nazlanarak gerinmek isterler:
- Hişt olmaz şimdi...
* * *
Böyle bir tılsımı vardır hayatın. Bu tılsımla çekilir tetiği mavzerlerin. Bu tılsımla çıkılır dağlara. Bu tılsımla, haydi yürüyelim artık dersin, on binlere...
* * *
Bunları tatmamışsan, ayda hiç değilse üç defa dünyanın anasını bir pula satmamışsan, kızıp vurmuyorsan yumruğunu masaya ve bir zindan parmaklıklarına dokunmuyorsa ellerinin gölgesi ve bir de sevdiğin bir kadının çıplak omuzlarına... Ulan o zaman niçin geldin hayata?
Aybaşını düşünüp, bayramda tebrik yazmak için mi? Yoksa benim gibi, bir akşamın karanlığında, bir koltuğa oturup bu tılsımların yandığı ışıklara bakarak, kendi kendine ağlar gibi gülümsemek için mi?
3 Ağustos 2012 Cuma
ETLİ NOHUT - BADEMLİ PİLAV
Bana gelen bir arkadaş grubuma yaptığım yemeklerden ikisinin tarifini bloğuma yazacağıma dair söz vermiştim.Ben bu ikiliyi lezzet olarak da, görüntü olarak da çok beğeniyorum ve birbirine çok yakıştırıyorum.
Üstelik yapması çok kolay ve pratik. Mutfakla haşır neşir olmayanların bile tercih edeceği tarifler.
ETLİ NOHUT
Nohutlar mutlaka akşamdan ıslatılmalıdır.Yaklaşık yarım kilo nohuta aynı miktarda kuşbaşı kuzu eti ve irice bir soğan yeterli.
Düdüklü tencereye yarım çay bardağı zeytinyağı konulup, çiğden büyük bir baş kuru soğan 3-4 parçaya ayrılıp atılır.Akşamdan ıslatılmış nohut iyice yıkanıp ilave edilir. Etler yıkanıp konur. Tuzu da ilave edilip üzerine çıkacak şekilde sıcak su ilave edilir.Ben nohutu beyaz yapıyorum. Salça asla kullanmıyorum. Herşeyi çig koyduğumdan ve salça ilave etmediğimden yemek daha hafif oluyor.Düdüklü tencerede altı kısıldıktan 40 dakika sonra yemeğimiz hazır. İçine attığımız soğanları kaşıkla geri çıkarıyoruz ve üzerine karabiberle servis yapıyoruz.
Afiyet olsun.
BADEMLİ PİLAV
Teflon tencereye ( pilav dahil asla hiçbir şeye margarin kullanmıyorum ) zeytinyağını koyup biraz kavrulduktan sonra ölçülü suyunu ilave ediyorum. Su kaynarken önceden ıslatılmış pirinclerimi suyu durulanana kadar yıkıyorum ve tencerede kaynamakta olan suya bırakıyorum. Tuzunu ilave edip, altını kısıyorum. Kaşıkla (tahta kullanılırsa daha iyi olur ) pilavı hırpalamadan dibine bakıyorum. Eğer dibinde hiç su kalmadıysa, ayrıca kavurduğum bademleri ilave ederek, altını kapattıktan sonra üzerine kalınca kağıt peçete örtüp, kapağını kapatıp en az 15 dakika dinlendiriyorum. Servis yaparken gene hırpalamadan karıştırıp, miss kokulu pilavı yenmesi için tabaklara koyup servis yapıyorum.
Afiyet olsun.
Üstelik yapması çok kolay ve pratik. Mutfakla haşır neşir olmayanların bile tercih edeceği tarifler.
ETLİ NOHUT
Nohutlar mutlaka akşamdan ıslatılmalıdır.Yaklaşık yarım kilo nohuta aynı miktarda kuşbaşı kuzu eti ve irice bir soğan yeterli.
Düdüklü tencereye yarım çay bardağı zeytinyağı konulup, çiğden büyük bir baş kuru soğan 3-4 parçaya ayrılıp atılır.Akşamdan ıslatılmış nohut iyice yıkanıp ilave edilir. Etler yıkanıp konur. Tuzu da ilave edilip üzerine çıkacak şekilde sıcak su ilave edilir.Ben nohutu beyaz yapıyorum. Salça asla kullanmıyorum. Herşeyi çig koyduğumdan ve salça ilave etmediğimden yemek daha hafif oluyor.Düdüklü tencerede altı kısıldıktan 40 dakika sonra yemeğimiz hazır. İçine attığımız soğanları kaşıkla geri çıkarıyoruz ve üzerine karabiberle servis yapıyoruz.
Afiyet olsun.
BADEMLİ PİLAV
100-200 gr çiğ bademi kaynar suda biraz haşladıktan sonra kabuklarını soyuyoruz ve az tereyağında kavurup bir kenarda bekletiyoruz.
En az yarım saat önce arzuya göre baldo pirinci yıkayıp üzerine kaynar su döküp bekletiyoruz.
Ben önceden ıslatılmış pirince bire bir su ilave ediyorum pişirirken. Mesela, 3 bardak pirince
3 bardak su ilave ediyorum.
Afiyet olsun.
14 Temmuz 2012 Cumartesi
SERT RÜZGARLAR !
İkisi de Fransız, erkek sarışın, karizmatik çok da
ünlü olmayan bir yazar. Kadın doktor, iki
çocuğun vermiş olduğu sorumluluk ve işi hayatının bunaltıcı temposu yüzünden
genelde gergin.
Aile içinde yaşanan her zamanki rutin
çocuklara ilgi paylaşımı tartışmaları…
Ve bir gün kadın olduğu gibi çeker gider,
yok olur ya da adam eşinin öyle yaptığını
düşünür. Ama o, karısını her daim
sever, yüzüğünü asla çıkarmaz, ihanet etmez..
Bir büyük karton kutu !
İçinde zarif Fransız kadının bazı özel
eşyaları, birkaç fotoğraf..
Çocuklardan büyük olan on yaşlarında erkek
çocuğu bir gün evde yalnızken kutuyu bulur ve açar…
Benim için filmin en dramatik sahnesidir ve
kendim için bulduğum cevap tam da ordadır.
Kadının parfüm şişesini koklamaktadır çocuk
yüzüne yerleşmiş bir hüzün ve büyük bir yalnızlıkla…
Anne kokusu……………….
Hep özlenen, her zaman ihtiyaç ve güven
duyulan, sakinleştiren…..
Uzun yıllardır kokumu neden
değiştirmediğimi anladım. Benden geriye beni sevenlerin duyduğunda hafızalarını
zorlayacak, belki acıtacak, belki gülümsetecek belki de kızdıracak ama illaki
bir duyguya, bir anımsamaya sebep olacak bir ipucu bırakmak….
Anılarımız bile bazen tesadüfen duyduğumuz
bir kokuyla üşüşmüyor mu başımıza?
Burun, tuhaf ama anıların bekçisi olmuyor
mu çoğu zaman?
Evet filmin sonu, başından farklı bitiyor.
Gerçek bir hayat hikayesi, trajik ve bir o
kadar da yalnız…
Ben ise filmden çok geriye bırakmak
istediklerimi sorguluyorum o andan itibaren..
Hayat mahkemeleri ne tuhaf !!
Nerde, ne zaman kurulacağı belli değil…
Bildiğim tek şey ben gittikten sonra;
herkesin yüreğinden, kalbinden, beyninden
tüm masumiyetimle beraat etmek…..
Sevgiyle….
5 Haziran 2012 Salı
GENETİK AKIL !
Bir tencereye konup ta, kıvamında pişirilse süper olacak yeminle... Tamam, azmedersin, çok okursun, çok gezersin, bolca da dinlersin ama akıl bu sonradan hacmi ne kadar artabilir ki ! Balık-makarna yiyen kızım, yoğurt istedi. " Ama balıkla yoğurt olmaz ki ! " diyerek itiraz ettim. " İyi de ben yoğurdu makarnanın üzerine koyucam " dedi !! " Hııı balıkların haberi olmıycak yani" dedim! Demek ki bizden bu kadar çocuk olabiliyor ama gelecek için en azından tavsiyelerim var onlara.... Demem o ki; IQ denen meret sonradan olmuyor. Biraz doğuştan su basması temel şart. Bekarlara sesleniyorum; ailesinde akademik kariyer, doktor, mühendis,başarısı tescillenmiş insan vs yoksa uzak durun. Doğacak çocuklarınızı düşünün ! Hazır altyapı zeka varken, pratik zekası da var mı ona da bakın. Yerinde mizah, kolay hayat için şart. |
6 Mayıs 2012 Pazar
İkinci İzmirli Blog Yazarları Buluşması
Nasıl bir heyecanla gittim kalbim güm güm....
Vallahi göreceğim ve daha önce hiç görmediğim ve göreceğim bir dolu mamadan değil,
yeni göreceğim bir dolu blogsever ve blog yazarı yüzünden...
Serap'ın evinin olduğu sessiz siteye canım arkadaşım Figen'le (http://yemekbiz.blogspot.com/) iki araba arka arkaya girdik. En sesli hatta tek sesli ! ve kalabalığın olduğu evin önünde durduk.
Dün Figen'in doğum günüydü. Girişte çeşit çeşit Figen'li resimler asılmış:) Alkışlardan Figen'in arkasından ben de nasibimi alıyorum. ( Moral olsun bana da yaaa. )
Serap nasıl güler yüzlü bir ev sahibi, etrafına ışık saçıyor... bir dolu hatun bahçede cıvıl cıvıl oturmuş. Bir kısmına önceden bir aşinalığım var.Bu kadar kadın bir arada oturur da bu kadar güler yüzlü olur deseler önce bir kahkaha atardım herhalde. Bir kere kadın jargonuna aykırı !!
Ne yapar kadınlar bir araya gelince ??
Ne giymiş, ? Kilo almış mı? Ay yaşasın burnunda sivilce çıkmış ! Ennnn güzel benim ! O yaşlanmış vallahi ! Kız çok parıldıyon, aşıksın sen garanti !!
vsvsvsvsvsvsvsvsvs
Velhasıl işin özü DEDİKODU dur genelde.
Amaaaaaa işte kader anı!
Hattaaaa (bak bu kafiyeli olacak) "Kader anısı "
Bir ömür unutamayacağım birbirinden güzel, alımlı, güler yüzlü, sıcakkanlı
veeeeee..........
Hattaaaa (bak bu kafiyeli olacak) "Kader anısı "
Bir ömür unutamayacağım birbirinden güzel, alımlı, güler yüzlü, sıcakkanlı
veeeeee..........
Kendimi kötü hissedeceğim kadar marifetli hatunla çok güzel bir gün geçirdim. Herbirinize tek tek herşey için teşekkür ederim...
Hepsi birbirinden lezzetli ikramlar için de teşekkür ederim.Doğum günü pastaları harikaydı, ellerinize sağlık . Figennnn çok kıskandımmmmm :)
Sevgili Serap,( http://lezzetlisomunlar.blogspot.com/ ) muhteşem ve eksiksiz ev sahipliğin için de çok teşekkür ederim.
Lezzetli hediyeleri için,
www.yuvamaya.com.tr
www.droetker.com.tr
www.yoncagida.com.tr
Zarif takıları için,
www.chiccy.com
çok teşekkürler....
Katılan arkadaşlarım yaptığınız ikramlar için ellerinize, emeğinize sağlık....
BLOGGER | ADRESİ | NE YAPACAK | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Sevgiyle... |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)