29 Aralık 2011 Perşembe

2012 gelirken...

Geçtiğimiz her sene, anılarımızın kronoloji listesinde yerini alsın ve hatırladığımızda sadece dudaklarımızın iki yanında küçük gamzeler oluştursun...


Yeni yıl,umutlarımızın güneşi,sevdiklerimizin artması,huzurumuzun hep yerinde olmasını sağlasın...

27 Aralık 2011 Salı

İNCİRLİ KURABİYE

Dün akşam ,  mutfağa severek girmeme sebep olan dostlarımız vardı  konuk ettiğimiz yine evimizde .
Nasıl da seviyorum,seviniyorum onlara kendi yaptığım lezzetleri sunarken...
İncirli kurabiye bunlardan sadece biriydi, genel istek üzerine yapıldı:)
Bu basit tarifimi, mutfak severlerle paylaşmak istedim.
Yediğiniz her bir lokma kadar,lezzetli bir yaşam dilerim
Sevgiler....


Malzemeler:
 250 gr margarin
10-15 adet kuru incir
1 su bardağı ceviz
1 yumurta
aldığı kadar un
vanılya
kabartma tozu
pudra şekeri


İncirler yarım saat kaynar suda yumuşamaya bırakılır.
Margarin eritilip, bir yumurta ile çırpılır.
Yumuşamış olan incirler küçük küçük doğranır,yumurtarlı karışımın içine atılır,vanilya, kabartma tozu,kırılmış ceviz içi ve kulak memesi kıvamına gelene kadar un eklenir ve yoğurulur (şeker yok!)
Resimde görüldüğü gibi ,yuvarlanıp yağlı kağıt serilmiş tepsiye yada borcama konulup ,önceden 170 derece  ısıtılmış fırına atılır; 30-40 dk sonra altı pişip,üzeri hafif pembeleşince çıkarılıp,yumuşak kurabiyelerimizin üzerine pudra şekeri serpilip, servis yapılır.
AFİYET OLSUN.

24 Aralık 2011 Cumartesi

GÜNŞEKERLERİ 2012





Dün akşam yine, gün şekerleri buluşmalarından birini gerçekleştirdik .Ancak bu sefer "misafir şekerlerimiz" eşlerimizdi.1.Geleneksel GÜNŞEKERLERİ Yılbaşı yemeğindeydik hepbirlikte...

Ve bu sefer, misafirlerimizin  kahkaları bizimkini bastırdı...
Bizler,azaltmayan,çoğaltan dostlardık.
Çoğu zaman güldük,bazen eleştirdik,eleştirildik,üzgün olanla ağladık,sevinçli olanla heyecanlandık ve evet itiraf ediyoruz biraz da dedikodu yaptık.
Ama en çok sanırım biz bir aile olduk....


GÜN ŞEKERLERİ MARŞI

Hep güleriz,yer içeriz,
modayı da biliriz,dekorasyonu da
organikte yeriz,diyette takip ederiz
Biz günşekerleriyiz...
Fenomen olmuşuz facebookta,
amannn kimin umurunda...
"misafirşekerlerimiz" var konuk ettiğimiz,
bazen de biz gideriz dostlara...
Alfabetik sırayla;
Bahar,Ebru,Esra
Figen,Hanife,Seda,
Selma,Zuhal,Zübeyde yiz biz...
Herkesten tek isteğimiz
maşallah deyin,
nazara gelmesin
GÜN ŞEKERLERİMİZ....



,

22 Aralık 2011 Perşembe

BEYAZ KURT'UN KIRMIZI BAŞLIKLI'YA İHANETİ !!




    Günlük yürüyüşlerimden birini gerçekleştirdim az önce ve geldim size sıcağı sıcağına yazıyorum. (Acar muhabir ben!) Her zamanki parkurumda yürürken malum sokak köpekleriyle aşina olmuşluğum vardır. Tanırlar beni, ilişmezler...

 Ancak bugün, beyaz kapşonlu bir mont var üzerimde; havada lodos; kafama kapşonu geçirmişim, yağmur kendini hissetirmeden yağmakta....

  Yolun yarısında benim beyaz prensim kurt köpeği –normalde bana hiç pas vermez – beyaz giydiğimden beni kendine yakın mı gördüyse ne, yolumu kesti önümde durdu, bakışıyoruz öyle...Kulağımda kulaklıklarım hafıfçe başını okşadım. Hay ellemez olaydım, flörte yatkın gördü beni… Koca köpek iki ayağı ile kalktı belime dolandı ! Öylece çipil çipil gözlerime bakıyor...

  Bak aslanım, yanılıyorsun ben beyaz giydim ancak senin aradığın dişi değilim dedim.
Cıx…
İmkanı yok belimi bırakmıyor. Hayatım boyunca hiçbir erkeği bu kadar kısa sürede etkilememiştim,
"ben neymişim beahh"  diye de düşünüyorum bir yandan ...

  İnsan bu yaşa gelince, bir kurt köpeği bile motive olmasına yetiyormuş deyip anında havamı pısss diye indirdim. Bırak beni diyorum. Hırrr yapıyor… Ufaktan dişlerini de göstermeye başladı.. Ben oldum mu Yusuf Yusuf .
 Allahım napacak bana yaa diyorum.

   Kulaklıklarımı çıkardım, kulaklarına yaklaştırdım.  Bak şekerim, nefis bir aşk şarkısı çalıyor izin ver,  anılarımızı analım!  Sen eski aşklarını düşün! Yaşımız bile tutmuyor dedim.  Belime sarılmaktan vazgeçti.  Yuppi ! Ten uyumumuz olmadığını anlatabildim sanırım.
 Bayılıyorum ikna kabiliyetime ben.

Yavaştan yürümeye başladım, bir iki adım peşimden geldi sonra durdu...

Arkama bakamıyorum… 
Sevgiliyi terk eden vicdansızın, vicdan azabı var üzerimde…
Ne çok isterdim oysa;  "of offff ben ne adamlar terk ettim böyle" diye  de ja vu yaşamayı !!

Ya arkamdan gelirse !
Ve  "dostluğu, aşkı, okşamayı ittir et abi ben seni istiyorummmm"
 deyip tadıma bakmaya kalkarsa  !
Bir B planım bile yok!!!


Demek ki neymiş ;
Bundan böyle yürüyüş parkuru derhal değiştirilecekmiş….


21 Aralık 2011 Çarşamba

EŞEK YOLU BİLİYORMUŞ !


           Ege ‘nin bir köyünde geçti benim tüm okul tatillerim.
    Köyüm, insanı girer girmez masmavi gökyüzün eşliğinde, büyük şehirden uzak, toprak evleri, küçük okul binası, camisi, bana mis gibi gelen tezek kokusuyla, sağda solda otlayan inekleri, kuzularıyla, büyük tarlalarıyla ve cırcır böceklerinin üzüm erdiren sesleriyle karşılar .


           Kimi taş döşeli, kimi toprak sokaklarda, sıcak, içten, hesapsız, umarsız,yüzü güneş lekeli , neşeli çocuklar vardır mutlaka günün her saatinde.


     Her evin avlusunda ya da kapısının önünde çoban köpekleri hiç görmediği yabancıya tedirgin havlar. Bir kere olsun sizi koklamasına izin verirseniz,sizi asla unutmaz ve  bütün köyün konukseverliği ile gideceğiniz eve kadar size eşlik eder dost canlısı bu köpekler, yüzünüze baka baka....


      Kerpiç  ve taş evlerin girişte kocaman bir avlusu ve bu avlunun bir köşesinde mutlaka mevsimine göre çiçek açmış rengarenk ve hiç alışık olmadık kokularıyla güller, kasımpatları olur yüzleri güneşe dönük.Huzurun kokusunu duyarak ilerlersiniz avluda. Serin evler, tarlada çalışma zamanıysa eğer ıssız ve sessizdir her daim. Tuvaletlerı bahçede olur mutlaka, Tulumbası saya denilen evin arka tarafındaki koyu gölgeli avluya benzer yerde. Sayanın altı öğle yemeği içindir.


      Domates salçası, reçel kazanları vardır sağda solda.Bir köşesinde, illaki  badılçan (patlıcan ), domat (domates) kızartmak içinde küçük odun ocağı. Bir diğer köşesinde, duvara gömük kocaman bir odun fırın vardır. Mis gibi ev ekmeği, otlu pişi yapmak için hemen duvarının dibinde ekmek tahtaları durur. Sayanın altından tahta bir kapıyla  arka bahçeye geçilir. Küçük bir bağ, üzüm salkımlarında arılarının neşeyle  vızıldadığı.  Bahçenin tam ortasından,tarla sulamak için yapılmış şırıl şırıl akan genişce bir su kanalı vardır.


       Etraftaki  serbeste dolaşan tavuklar, horozlar, ördekler ve hindilerin sesleri ile, yaz sıcağında öten cır cır böceklerinin solo konserine renk katarlar.


            Ellerinde,  ziftten korunmak amacıyla parmak uçları kesilerek, eski çoraplardan yapılmış eldivenlerle   tütün kıran köylü kadınları  , sabah gün doğmadan üzerine çiğ düşmüş tütün yapraklarıyla buluşmaya gider, yanlarında öğlen bir ağaç altında yiyecekleri olan çıkınları mutlaka vardır. Herşeye rağmen gülümseyen bol çizgili yüzleriyle tütün işçileri..Sabahtan  kuşluk vaktine kadar kırılan tütünler tüm öğleden sonra şişe dizilip,kargılanır ve güneşte sergiye konulurdu.Benim dizdiğim şişleri çaktırmadan cıkarıp tekrar dizdiklerini düşünüyorum şimdi..Öyle berbattılar ki..


     Eğer pamuk dikmişseniz sabah ezanından akşama kadar çapasını da,toplamasınıda yapabilirsiniz.Çok daha yorucu bir tercihdir.


     Tüm bu işler bittikten sonra dayımın kızıyla,çift kanatlı tahta kapının önünde her yerinden tarih fışkıran tarlalardan çıkma antik bir sütün başının üstünde öylece oturuyorduk.
     Tarih benden birgün bunun intikamını alacak korkarım !!


     8 yaşlarındayım..Toprak yoldan,  üzerinde koyunlarına yedireceği otların olduğu eşeğiyle yaşlıca bir kadın geçiyor.Yanmış teni,kırışmış elleri ,şalvarı ve soluk entarisiyle köylünün “Acemlerin Saâdet abası “ olduğunu öğreniyorum sonradan..


   Herkesin bir lakabı var burada.. Ben her duyduğumda çocukluğumun verdiği müsamahayla pervasız kırkırdıyorum insanların karşısında..Birden hala yenemediğim hiperaktif duygularımın esiri olup gözlerim parlayarak döndüm  yanımda toprakla oynayan aynı yaşlardaki dayımın kızına..Kentli olmanın kendimce haklı şımarıklığıyla eşeğe binmek istediğimi söyledim.O da benim aklıma koyduğumu yapacağımı bildiğinden çaresiz gidip kuzeninin bu istediğini ;
"Saâdet abaaaa bu eşeğe binmek istiyor"
diye gamsız bir şekilde iletti.Kadın ağırbaşlılıkla , eşeği durdurdu. üzerinde büyük bir çıkına sarılı ot yığınını sırtına bağlayıp beni eşeğin üzerine oturttu..Aman Yarabbim!! O ne,sanki beyaz at sırtında cesur yürek filminde düşmana at süren  Mel Gibson gibi gidiyorum, yanımda da yaya yürüyen servantes kuzenimle.


   Kum kapı isimli sokaktan geçerken kapı önlerinde oynayan irili ufaklı diğer çocuklar da takıldılar peşimize ne hikmetse.. Vallahi bu sefer ordu gibi oldu diye daha bir kabardım eşeğin üzerinde..
Bu keyifli yolculuğun,  çok kısa sürdüğünü anlamak benzeri kocaman kanatlı bir tahta kapıya geldiğimizde belli oldu.Kadın kapıyı açtı ben hala eşeğin üstünde sırıta sırıta deh!! diyorum zavallı eşeğe..O ise aç ve yorgun,bir an önce karnını doyurmak ve istirahat etmek istermiş meğer tarla dönüşlerinde..


   Baktım adımlarını hızlandırdı bizim uzun kulak !Öyle ya, okuduğum tüm masallarda eşeklerin ismi uzun kulak bu da öyle olmalı diye düşünüyorum sırıtışım yüzümde donana kadar..Arkamdaki güruh biraz uzakta durmuş beni seyrediyor.


Eşek hızla ahıra doğru yol alırken bizim ufak tefek Saâdet abanın ayaktayken geçebileceği yükseklikteki ağır kapısının,benim eşek üzerindebel hizama geldiğini anlamam uzun sürmedi..
Birkaç saniye panikle
Çüüşş !!
Çüüüşşşş !!!!
diye bağırmaya başladığımı hatırlıyorum.....
   Damın kapısına geldiğimizde, belime gelen kapının üst ranzasına iki elimle yapışıp, eğilsem de kapıdan ikimizin asla geçemiyeceği eşeği nafile durdurmaya çalışmıştım.Eşek doğru bildiği yoldan hiiçç şaşmadan
altımdan kayıp girdi dama, karnını doyurmaya !!! Ben kafamı eğip de altımda eşek olmadığını anlayana kadar çoktan  iki bacağım açık at sineği gibi önce alçak damın duvarına sonra yere yapışmıştım  !!


  Eşek altımdan bütün gamsızlığı ve umursuzluğuyla çekip gitmişti ahırına ,beniardında bırakarak..
Eşek yolunu kendi biliyormuş meğer !!!!!
Ne diyeyim kendime bilemiyorum !!
 Kuzenlerimi, benim yanımda kahraman neferlerim gibi görüp de onlara özenen bütün mahallenin veletleri peşimize takılıp, sahneye ortak olmuşlardı maalesef, üstelik bu sahneye kahkaha seslerine duyup gelen konu komşuda dahil olmuştu. İşte bu final sahnesini yerde fark etmem çok acı vericiydi gerçekten...


  Ama ilahi adalet...


      Demek ki ; neymiş :Asla  !!  Şı mar ma ya cak mışsın.


 Uuzunn  kulaklarından çekmek istedim de, eşek  işte, eşekliğini yapmıştı, neye yarar.Her eşek şakası dendiğinde gülümseyerek hatırlarım.

     Ama ben hala her köyüme gittiğimde,  -eşekleri başta olmak üzere -bütün hayvanların seslerini, şakalarını, sivrisineklerini,arılarını  ve tezek kokusunu şehrin bütün organik,inorganik gıdalarına tercih ederim.



Sevgi dolu günler.

12 Aralık 2011 Pazartesi

NECLA !

    
    
     Sırtında kocaman bir kamburu vardı,o zamana kadar gördüğüm en çirkin insandı.Gerçekten kalem kadar ince bacakları,kolları ve elleri vardı.Yardımsız hiçbir şey yapamıyordu.

   O zamanlar ‘özürlü’ kavramı yerine sakat ya da sakat doğmuş denirdi.
Sesi de kolları ve bacakları gibi inceydi . Bizim mahallede otururlardı,evlerine pek giren çıkan olmazdı . Necla’nın yaşı benden büyük olmasına rağmen kafası hala çocuktu  tuhaf olan, herkese ismiyle hitap ederdi . Annem , Necla’nın annesine çok üzülür, "hayat boyu bu kadın eve mahkum derdi". Korkuyordum ondan, hem görüntüsünden hem görüntüsüne rağmen pervasız duruşundan,kendine olan özgüveninden.Annem çok üzülüyor ya aileye... o zaman çocuk psikolojisini düşünmek hatta aklından bile geçirmek ayıptı.Herkes etraf için yaşardı.Beni sık sık Neclalara oyun oynamaya götürürdü.Necla bütün özürüne rağmen çok güzel bez bebek yapar,türlü çeşit kıyafet diker,evcilikte mutlaka anne  olurdu.Huysuzdu,dediğim dedikti.

    Eğer ben bunca ezik davranmazsam ve itaat etmezsem beni azarlardı.Oyun onun kurallarına göre oynanırsa çok neşeli olur,incecik sesiyle şarkılar söyler, çok güzel kıyafetler dikerdi, bazen bana masal da anlatırdı . O anne, ben de dolayısıyla onun kızıydım sonuçta…

     Yaz tatilleri Necla’nın her zaman oturduğu kanepenin üzerinde geçerdi.Bazen, sokağa çıkar, oynar oynar, yorulunca soluğu Neclalarda alırdım.Sokakta oynadığım veonun yanına gitmediğim için önce sıkı bir azar işitir sonra  o günkü senaryo neyse ona göre evcilik oynamaya başlardık.

    Bir gün sıkıldım ama çoook sıkıldım.Necla’dan da ,ailesinden de, itaat etmekten de….Senin istediğin gibi değil, benim istediğim gibi oynayacağız dedim.Kızdı,köpürdü, "git evimden" dedi,bağırdı bana.Necla küsmüştü…

    "Ohh beee" dedim. Küstü,kurtuldum, yakar top oynayabilirim hep sokakta...
Birkaç gün sonra , evlerinin önü kalabalık olmuştu.Annem de ordaymış, sokaktan geldiğimde evde yoktu.Koştum, kalabalığı yararak içeriye girdim .Dedim ya o zamanlar çocuk travması falan hikaye..Her zaman oynadığımız sedirli odada ortada yerde yatıyordu .Bana kızıp, elimi sürmeme izin vermediği bebekler kanepenin üzerinde sepette duruyordu.

   Herkes sessiz sessiz ağlıyordu.Küçücük bedenimle aralarından geçip başucuna oturdum.

Hiç kıpırdamıyordu,sapsarı ve buz gibiydi.Ellerini ve kalem gibi parmaklarını tuttum.
    Son görüşmemizde bana küs işareti yapan parmaklarını küs yaptım ve kulağına eğilip "NECLA BARIŞALIM LÜTFEN, KÜS GİTME" dedim.Uyanmadı ,küs yapan parmaklarını işaret parmağımla açtım."BARIŞTIM BEN SENLE" dedim."Yine tek arkadaşın ben kalayım ne olur" dedim.Sabaha kadar kimse başından kaldıramadı beni..
Şimdi kimselere küsemem ben ..
     "NECLA KÜS GİTME NE OLUR" !!


Sevgiyle..

6 Aralık 2011 Salı

KAPININ ALTI

            


         Aylık dergilerden birinde, çalışan anneler kısmını okurken anılarım sıkışmış yazarın ; "gitmiyorum kızım deyip, onu biraz oyaladıktan sonra sessizce kapıyı çekip giden annenin ardından, bir sonraki gidişinde –anne kapı tık etmesin ama diye serzenişlerinin anlatıldığı" satırlarının arasına. Halbuki kısa süreli de olsa bazı sıkıntılarımı örtmesini hep iyi bilirim. Ama gerçekler işte halı altına süpürülen tozlar kadar saklanabiliyormuş meğer.

      Çalışıp ta, evde bırakılan çocuğun anneye nasıl bir vicdan azabı olduğunu bilmem anlatmaya gerek var mı ?

     Büyük kızım kreşe başladığında, üç ay boyunca iş yerinde ne yaptığımı bilmeden çalıştım maalesef.Bu duygumun en büyük sebebi de; gün boyu uslu, uslu duran kızımın sabahları bırakırken ağlayarak ortalığı ayağa kaldırması, akşam alırken de beni görür görmez “BİLİYOMUSUN ANNE BEN BUGÜN HEP AĞLADIM” demesiydi. Kreş çalışanların, kızımın nasıl da rol yaptığına inanamadıklarını hatırlıyorum şimdi gülümseyerek.

    Tüm bunlara rağmen, gene de çalışan anne olarak kızlarıma karşı görevlerimi ve içimden gelenleri elimden geldiğince yaptığımı zannediyorum.

    Ben , kendine güvenli, ayakları yere basan, güçlü bir anne olduğum kadar, çocuğuyla kaliteli vakit geçiren, sosyal faaliyetlerini aksatmayan, arkadaşlarıyla vakit geçirebileceği ortamlar hazırlayan, kitap sevdiren, sergi gezdiren, çocuklarına Atatürk’ü anlatan, hem duygusal hem idealist bir anne olduğumla övünürdüm. ta ki o akşama kadar.

     Çocuk olup annesinden almanın sınırını bilen var mı? diye sorun bir kendinize. En başta kendimiz bile, annemiz çalışmasa da çocukluk yaşamımızda hep bazı eksiklikler bulmuşuzdur. Bence, annelik duygusunun fedakarlık sınırları hiçbir zaman olmadı. Ne anneler için, ne de çocukları için.

    Biz, asansörlü bir apartmanda oturuyoruz . Asansör kapısı hemen kapının yanında. Benim kızlarım da, boynunda olmasa da hep çantalarında anahtarla yaşadılar maalesef. O gün, kendimi iyi hissetmediğim için eve erken gelip, hemen yattım. Kızım henüz gelmemiş. Okul bitiminde, kapının hemen yanındaki yatak odasından ayak seslerini duydum. Anahtarla kapıyı açtı, ben de bu arada fırladım tabii. “Kızım neden asansörle çıkmadın?” diye sorduğumda 10 yaşındaki kızım “ben hep merdivenlerden çıkıyorum anne. Çıkarken de otomatı yakmıyorum. Kapının altından ışık sızıyor mu diye bakıyorum. Eğer sızıyorsa benden önce birinin geldiğini anlayıp zile basıyorum bana kapı açılsın diye ve çok seviniyorum, heyecanlanıyorum” dedi.

    Annesi evde olup da, kapının kendisine annesi tarafından açılmış olmanın ayrımına 30 sene sonra varmış olmak, hayatı yakalamaya çalışırken neleri ıskaladığımızı hissetmek, benim bir şekilde doldurabileceğim boşluğu, açılabilecek bir kapıları bile olmayan çocuklar için daha büyük başka bir boşluğa bırakmak, mükemmel bir anne olmanın imkansızlığını ezici bir şekilde hissetmek ve kızıma o an için söyleyecek hiçbir şey bulamamak .
Kapı altından sızan ışıklar hiç sönmesin..